20 Aralık 2024 Cuma

I. DÜNYA SAVAŞINDA ARAPLAR VE LLOYD GEORGE

Sanıldığı gibi 1. Dünya savaşında Osmanlı’ya karşı bütün Araplar isyan edip arkadan vurmamıştır. Araplar, sadece Osmanlı devletinin özel eyalet statüsü verdiği, hatta ordu için asker bile toplamadığı Mekke ve Medine’nin içinde bulunduğu Hicaz’da Osmanlı’ya karşı İngilizlerin yanında savaşmışlardır. Hicaz emiri Şerif Hüseyin, Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hasan’ın soyundan gelmektedir. 

Bu nedenle Osmanlılar kutsal yerlerin yönetimini Peygamberimizin kabilesi olan Haşimilere bırakmış, merkezi denetiminden feragat etmiştir. Bununla birlikte son zamanlarda Medine’ye kadar Hicaz demiryolunu yapmış ve Medine’de büyük bir Osmanlı garnizonu kurmuşlardır. II. Abdülhamid zamanında dahi Hicaz emirinin bağımsızlık özlemi içinde olduğu gözlemlenmiş ve bu nedenle İstanbul’a getirtilerek gözlem altında tutulmuş ve oğlu Abdullah Hicaz’ı idare etmiştir. Ne var ki 1. Dünya savaşı başladığında Şerif Hüseyin Mekke’ye dönmüştür.

Osmanlı’ya karşı Şerif Hüseyin başlangıçta sadık kalmış fakat İttihat ve Terrakki hükümetinin savaşı kazandığı takdirde, Şerif Hüseyin’i yerinden edeceğini öğrendiği zaman böylece Şerif Hüseyin kendisinin resmen İngilizlerin ortağı olmaktan başka şansı olmadığını görmüştür. Ancak Şerif Hüseyin yine de Osmanlı’ya karşı bir harekete geçmemiş, İngiliz casusu Lawrence Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal ile kurduğu ilişki neticesinde Mekke’de isyan başlamış ama Arapların haydutlardan ve bedevilerden oluşan küçük ordusu Medine’deki Osmanlı garnizonu nedeniyle Medine’den daha fazla kuzeye gidememiştir.

Zaten bu bedevi ve haydut çetelerinden oluşan bu küçük düzensiz orduyu bir arada tutan şey, casus Lawrence’n verdiği İngiliz altınları idi. İngiliz birlikleri sayesinde Medine’deki Osmanlı birliği yok edilmiş, en büyük kıyımı da Mekke’nin Arapları yapmış, Medine Arapları ise Osmanlı’nın yanında yer almıştır. Osmanlı’nın doğrudan kendisinin yönettiği Irak ve Suriye’de ise kesinlikle Osmanlı’ya karşı bir girişim olmamış ve hatta savaşın sonuna kadar da Osmanlı’nın yanında yer almışlardır.

Hatta Iraklılar daha ileri giderek başlarına bir Türk hükümdarın gelmesini bile istemişlerdir. Osmanlı’nın Araplar arasındaki en büyük destekçileri Suriye içinde kalan Şam, Hama, Humus ve Halep kentleri olmuştur. Savaş yıllarında her zaman Hıristiyanlar tarafından yönetilmektense, Müslüman Türkler tarafından yöneltilmeyi yeğlemişlerdir. Filistin ise İngiliz ve Osmanlı yanlısı olarak ikiye ayrılmıştır.

İlginçtir; Filistin’de bir kasabadaki Osmanlı birliği bir yıl boyunca Prens Faysal ‘ın Araplarının kuşatmasına dayanmış ve ancak Avustralya’lı İngiliz birlikleri gelince Prens Faysal Araplarının kıyımından korunacakları sözü üzerine teslim olmuşlardır. Allah’ın takdiri Osmanlı’ya bölgedeki Hıristiyan ve Yahudilerin yapmadığı kötülüğü yapan ve Filistin’i Yahudilere vermekte İngilizlerle anlaşan (nasıl Müslümansa) Müslüman Faysal, kendisini Suriye Kralı olacağını sanmış fakat Allah nasip etmemiştir. 

Şerif Hüseyin ise İngilizlerin kendisine yardım etmesine rağmen Hicaz bölgesinde tutunamamış ve İngilizlerin sonradan kerhen destek vermek zorunda kaldığı İbn Suud kendi iradesiyle Hicaz’ı da alarak Arabistan yarımadasında bütünlüğü sağlamış ve resmi mezhep olarak da (aslında mezhepsizlik demek olan) Vehabiliği getirmiştir. (Vehabilik peygamber ile dört halifeden başkasını ve icma ile kıyası tanımamakla Sünnilik ile Şiiliğe karşı olmuştur.)

Buradan anlaşılmaktadır ki, Osmanlı doğrudan kendisinin yönettiği topraklarda halkın kendisine bağlılığı, Müslüman birlikteliği sayesinde Osmanlılık olgusu ile temin etmiş ama özerk idare edilen bölgelerde, o bölgenin yerel hükümdarı tarafından daima ihanete uğramıştır. 1. Dünya savaşının son yıllarında İngiltere başbakanı olan Lloyd George, Osmanlı İmparatorluğunun, dolayısıyla da Türklerin ve Arapların kaderini derinden etkilemiştir.

Lloyd George koyu bir Hıristiyan olduğu için Müslümanların başı olan halifenin devletinin temelini oluşturan Türklerin fanatik bir düşmanıydı ve Helenizm’in (Yunanlıların İzmir’i işgalinin) yılmaz savunucusuydu. Ayrıca, Filistin’de milli bir Yahudi yurdu kurulmasını isteyen Siyonizm’in destekçisiydi ve elinden geldiğince bunun için de çalıştı. Filistin’e Yahudilerin yerleşmesine karşı olan Filistin İngiliz askeri yönetimini görevden alarak Yahudi kökenli bir İngiliz’i Filistin’e sivil vali olarak atamış ve olayların Yahudilerin lehine gelişmesini sağlamıştır.

Fransa ise, günümüzün Ürdün, İsrail, Lübnan ve Suriye devletlerini bir çatı altında Büyük Suriye olarak istemiş ve Siyonizm’in de açıkça karşısında yer almıştır. İsa’nın doğup yaşadığı yerlerin Yahudilerin eline geçmesini istememiştir. Enver Paşa, Mondros ateşkes antlaşması imzalanmasaydı, 1918 yılında pantürkist hayalini belki gerçekleştirebilirdi. Osmanlı orduları, güneyde İngilizlere yenilirken doğuda zaferden zafere koşmuş, bütün Azerbaycan’ı alarak Bakü ve Tebriz’e ulaşmıştır. 1918 yılında Osmanlı ordularının önünde ne Ruslar ne de İran askeri vardı.

Çünkü Rusya kendi iç savaşıyla uğraşıyordu ve daha önce elindeki ordusu Ruslar ve İngilizler tarafından yok edilip kukla haline getirilen Şahın yönetemediği bir İran bulunuyordu. Enver Paşa kendisinin yanlış kararları sonucu Sarıkamış’ta Türk ordusunun büyük bir kısmını soğuktan öldürmeseydi, Almanlar savaşta yenilmesine rağmen Türkler savaşı sürdürüp, istediklerini alabilirlerdi. Çünkü, İngiltere ve Fransa’da bu savaşın sonuna doğru tükenmişlerdi.

Yeni bir savaşı göze alacak asker ve motivasyonları yoktu. Savaş, Bulgaristan’ın savaştan çekilmesiyle birlikte 365 yön değiştirmişti. 1918’e kadar savaş bariz olmasa da Alman müttefiklerinin lehine gelişiyordu. Enver Paşa İngilizler’e İmparatorluğun Arap topraklarını vermeyi göze almışken, Kafkasya, İran ve Türkistan’ı alabileceğini sanıyordu ve de alabilirdi aslında. Fakat, Enver Paşa ne kadar iyi niyetli olursa olsun, zeki, pratik, politikacı ve uzlaşmacı bir lider değildi. Hatta liderlik özelliklerinden yoksundu.

Enver Paşa’nın yerine Mustafa Kemal gibi birisi olsa zaten Osmanlı yıkılmadan önce Türklerin kaderini değiştirebilir ve dünya politik sahnesinde daha etkin bir Türkiye’nin temelleri atılabilirdi. Mondros ateşkes antlaşmasından sonra her şey değişti, Osmanlı askeri silah bıraktı, evine dönmeye başladı ve böylece günümüzün S.S.C.B.nin dağılmasına kadar varan statükosu oluştu.

Zaten pantürkist düşüncenin önündeki en büyük engel İngiltere’nin Muhafazakar partisinin liberal başbakanı idi. Başbakan Lloyd George, Türk dostu Muhafazakar Partinin genel düşüncesinin aksine ne olursa olsun Türklerin bitirilmesini istiyordu. Bence, Arapların ve Türklerin lanet okumasını gerektirecek kadar Müslümanlara kötülüğü dokunmuş bir kişidir Lloyd George.

Kaynak: David FROMKİN. Barışa Son Veren Barış. Epsilon Yayınları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

6-7 Eylül Olayları veya İstanbul Pogromu

6-7 Eylül Olayları veya İstanbul Pogromu (Yunanca: Σεπτεμβριανά Septemvriana, "Eylül Olayları"), İstanbul'da yaşayan Rum azınl...